Şirketler ve kurumlar toplumdan ve çevreden elde ettiği pek çok girdiyi işleyerek faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bu süreçte sosyal ve çevresel boyutlu çeşitli sonuçlara neden oluyorlar. Bu durum şirketlerin yaşadıkları topluma ve çevreye ilgi duymalarını ve faaliyetlerinde dikkate almalarını zorunlu kılıyor.
Bu kapsamda, 1990 ve 2000’li yıllardan itibaren ulusal ve uluslararası boyutta giderek artan çevreci hareketler, insan, işçi ve tüketici hakları eylemleri ile toplumun iş dünyasından beklentilerinin değiştiği ve “kurumsal sosyal sorumluluk” kavramının giderek önem kazandığı görülüyor.
özellikle son yıllarda BM, AB, OECD, Dünya bankası gibi kuruluşlar bu konuda önemli çalışmalar yürütüyor, dünyanın farklı bölgelerinde ve ülkelerinde komisyonlar kuruluyor, birçok büyük şirket projeler ve uygulamalar geliştiriyor.
Avrupa Birliği tarafından “kurumsal sosyal sorumluluk”, şirketlerin ticari faaliyetleri ile sosyal ve çevresel meselelerin birleştirildiği, paydaşlar ile gönüllülük esasına dayanan bir alanda ilişki kurabildiği bir kavram olarak tanımlanıyor.
Şirketlerin; hissedarları, yöneticileri, çalışanları, müşterileri, tedarikçileri, sektöründeki diğer şirketler, devlet, düzenleyici otoriteler gibi birçok sosyal paydaşı bulunuyor. Şirket faaliyetleri bu paydaşları olumlu veya olumsuz olarak etkileyebiliyor. Bunun yanı sıra şirketlerin faaliyetleri esnasında ihtiyaç duyduğu hammadde, enerji ve diğer doğal kaynaklar çevreye kalıcı etkiler bırakabiliyor.
Bu nedenle şirketlerin faaliyetleri esnasında sosyal sorumluluk bilincinde olması, tüm paydaşlarına karşı sorumlu ve etik davranması, çevrenin ve toplumun daha iyi olması için gönüllü olarak çalışması büyük önem taşıyor.
Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarının gelişimine bakıldığında önceleri şirketlerin kendi iradeleri ile ve gönüllü olarak bu alanda katkı vermeleri beklenirken, konunun toplum ve çevre için taşıdığı önem dikkate alındığında zorunluluk haline getirilmesine yönelik görüş ve beklentilerin arttığını ifade etmek gerekiyor. özellikle Avrupa Birliği tarafından, kurumsal sosyal sorumluluğun şirketlerin iradelerine bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğu, bu konuda şirketlere zorunluluklar ve yaptırımlar getirilmesinin gerekli olduğu belirtiliyor. Bu kapsamda çeşitli hazırlıklar yapıldığı ifade ediliyor.
Bunun yanı sıra finansal raporların büyük şirket skandallarını veya zararlarını önlemede yeterli olmadığı, finansal raporlamanın yanı sıra “sosyal raporlamanın” da gerekli olduğu yüksek sesle dile getiriliyor. Artık özellikle büyük şirketler finansal raporlar ile yetinmiyor, gönüllü olarak sosyal konulardaki faaliyetlerini de raporluyor ve kamuoyu ile paylaşıyorlar.
Bu çerçevede birçok şirket ve fonun artık şirketlerin sosyal sorumluluk yaklaşımı ve performansını da değerlendirerek yatırım kararlarını vermeye başladığı görülüyor. Bazı ihalelere katılım için sosyal raporlama yapma şartı aranıyor. Bazı şirketler sosyal raporlama yapmayan şirketler ile çalışmamayı tercih ediyor. Bu gelişmeler şirketlerin konuya verdiği önemi daha da artırıyor.
Kurumsal sosyal sorumluluk yaklaşımı tüm dünyada ve ülkemizde henüz daha başlangıç döneminde olsa da yakın gelecekte bu konudaki uygulamaların daha fazla yaygınlaşacağını, çeşitli zorunlulukların şirketlerin hayatına gireceğini ve giderek daha fazla şirketin kurumsal kültürünün bir parçası haline geleceğini ifade etmek yanlış olmayacak.
Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları hem sosyal hem de çevresel açılardan önemli katma değer sağlıyor. Bu şekilde sosyal sorunlara çözümler üretilebiliyor, çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler ve hissedarlar başta olmak üzere şirketin tüm paydaşları daha mutlu oluyor ve iletişim içinde olduğu diğer toplumsal gruplara bu sinerjiyi aktarabiliyor. Bunun yanı sıra şirketin çevreye verdiği zararlar en aza indirilerek, doğal kaynakların daha etkili ve verimli kullanılması sağlanabiliyor. Bütün bunlar toplumsal alanda başarıya ve sürdürülebilir kalkınmaya imkan sağlıyor.
Kurumsal sosyal sorumluluk bu faydalarının yanı sıra şirketlerin değerine de büyük katkılarda bulunuyor. Şirketlerin itibarı, marka değeri ve rekabet gücü artıyor, daha kolay yatırım alabiliyor, böylece sürdürülebilir karlılık ve büyüme sağlayabiliyorlar.
Bu nedenlerle tüm şirketlerin yalnızca kar hedefine odaklanmaması, kendi ölçeği ve gücüne göre toplumsal ve çevresel konulara da duyarlı olması, bu konuyu bir şirket stratejisi ve kültürü haline getirmesi, toplum değerleri ile örtüşen politikalar benimsemesi, üst yönetimin konuyu sahiplenmesi, eğitim, kültür sanat, spor ve çevre gibi farklı alanlarda uzun vadeli ve sürdürülebilir projeler geliştirmesi, bu faaliyetleri şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşması ve finansal raporlamanın yanı sıra sosyal raporlama yapmaya da önem vermesi gerekiyor. Konunun yasal zorunluluklar açısından değil, gönüllülük ekseninde değerlendirilmesi de önem taşıyor. Şirketler zorunlu olmasa da bu uygulamaların içinde olmalı. Bu şekilde yalnızca ürün ve hizmetleriyle değil topluma ve çevreye kattıkları değer ile de fark oluşturabileceklerdir.
Gürdoğan Yurtsever